9 Ocak 2012 Pazartesi

1980 lerde çocuk olmak....

    1980'lerde bir gün, bir sabah ülke tamamen değişti her şey,her yer , her bir kişi , öyle ki insanlar anlamlandıramadığım bir şekilde birbirlerinin gözlerine bile uzun uzun bakamıyor, kafalarını çevirip, bakışlarını kaçırıyorlardı birbirlerinden, telaş, koşturma, fısıldaşmalar"duydunmu bizim Hayriyelerin oğlu yokmuş,
-Nasıl gız
-Bildiğin yok işte geçen hafta gece gelip almış eskerler,sonra kaçtı yok oğlun burda git de anarşit arkadaşlarına sor sen iyisi diye paralayıvermişler kadıncağızı. Hayriyeyi görme yürek dayanmıyor. Çok kötü deli gibi bakıyo ondan ötürü bir sorup öğrenemedim bildiğim bu kadar"
     O günlerde  öyle durumların yaşanması son derece olağandı.Hava  korku kokardı. Herkes haklıydı, gel gör ki bi o kadar korkaktı da.
     Sadece biz yani çocuklar daha az korkardık. bunun istisnası ise, annenin, babanın, ablanın, ağabeyinin, bu işlere karışmamış veyahut yakalanmamış olması idi.Kendiliğimizden kimse bize öğretmeden SUSARDIK. niye sustuğumuzu bilmeden hem de , kimin için sustuğumuzu.
     O vakitler güvenlikli siteler olmadığından gecekondular da kendilerini  daha içerilere saklarlardı, bahçeler vardı önlerinde bazen , bizimse  rengini yeşil anımsadığım bir tahta kapıdan girdikten sonra uzun bir holü andıran beton zeminli koridor, o koridorda da  ortak tuveletimiz, sonra genişleyen bir avlu, ve bu avluya açılan başka kapılar, başka hayatlar şimdiki apartman dairelerimzde antreye açılan odalar gibi , insanların yaşadıkları küçük kartonları anımsatan iki göz evlerinin kapıları bakardı. o avluya. Yerler kolay yıkansın, fare gelmesin , böcek olmasın diye çini taşı döşenmişti.Ancak  dut ağacımızın yaşayabilmesi  için etrafına pirketler örülerek bir parça toprak alan bırakılmıştı. İşte o avluda, akşam yemekleri,  birinin yaptığı pilav, diğerinin yemeği, ötekinin çorbasıyla,kurulan Halil İbrahim Sofrasına  hep birlikte yenilirdi.Yemekten sonra kimse fark bile etmeden hemen dut ağacına çıkar oradan bakardım bizim bahçe insanlarımıza, şimdiki ilişkilere baktığımda keşke diyoruim daha fazla izleseydim , daha fazla kafama kazısaydım o bahçe insanlarının mutluğunu, çekişmelerini, bütünlüğünü.
     Evlerde hayat böyleyken dışarıda bir alıp verememezlik, bir düşmanlık vardı anlamsız. Destancılar gezerdi o günlerde boyunlarına bir küçük teyp asmış genelde görme özürlü olan insanlar, ağlayan bir kadın ya da küçük bir kız çocuğunun sesinden ağıta benzeyen , biraz da şiir karışımı  içli bir takım  müzikler yaparlar, bunlar evlerden duyulduğunda insanlar dışarıyı hatırlar ve yanındaki herkesin yarın kaybolma eve dönmeme tehlikesi akıllarına düşünce , türküye üzüldüğünü sanarak  aslında  kendilerine ağlarlardı.
     Gecekondu evlerde hele bir de ağaç varsa ortada damlara çıkmak çocuk oyucağıydı.  Kırmızı kiremitlerin üzerinden seke seke anlık bir zaman diliminde mahalle değiştirebilirdin. Bizimki de böyle bir avluydu. Her şeyin rutin gittiği bir sabah, öğle , akşam bu değişken olabilirdi.Birden bire hiç tanımadığınız koşan bir genç sizin bahçenize girer,oradaki büyüklere sessiz bir bakış atarak hayalet edasıyla kayboluverir, peşi sıra gelen soluk soluğa kalmış askerler, buraya biri girdimi diye sorduğunda herkes hayır cevabı vererek neyi koruduğunu, kimi koruduğunu bilmese bile korurdu işte. Bizse, kimse bakın çocuklar karışmayın, fena yaparım demese bile askerlerin  bakışını üzerimizde hisseder hissetmez  o an ne yapıyorsak ona döner ve susardık. Çünkü soramazdık büyüklerimize, sorsak da kimse konuşmaz anlatmaz, anlatamazdı Sükut ikrardı. Konuşmak fena.               
 Bizim de çoğu zaman işimize gelirdi.  mesala, sokağa çıkma yasağı bana göre babamın evde olması , hatta tüm bahçe insanlarının evde olması demekti. Daha sonra kimsenin olmadığı sokaklarda dolaşırken askerler eğer kimseyi kovalamadıysa  moralleri iyiyse  bizimle şakalaşarak , aksi olduğunda da azarlayarak evlerimize yollarlardı. Tabii sadece asker değildi bize bunu yapan bide sokaklara yazı yazan bazen hiç tanımadığımız bazen de işte bizim Hayriye Teyzenin oğlu mahalleden abilerimiz kovalarlardı eve. İlginçtir. bizi her iki tarafta korurdu. ve biz her iki tarafı da görür ve konuşurduk. Bu yüzden bilirdik  aslında ikisinin birden korktuğunu.Bilirdik de hiç bi yana diyemezdik. Aslında onlar da sizden korkuyor. Her ne yapıyorsanız yapmayın diye. Konuşmak yasaktı zaten. Hele hele bir yana taraf olmak. Fenaların en fenası olabilirdi.Bizim için olmasa bile büyüklerimiz için onlar sorumlu olurdu bundan çünkü o vakit onlarda taraf sayılırdı.Çocuklarının bildiklerinden mesulduler çünkü.

          Çelişkilerin başlağı gün se  o gündü işte  12 Eylül , tüm dengelerin değiştiği, birden bire anarşit olduğu birilerinin ,ötekilerin vatansever. Benim o günlerde çözemediğim kördüğüm, şu anda da pek çözdüğüm söylenemez, her saftan  bir sürü kaybın verildiği bir durumda hep karşı saftakiler  , anarşitti, diğeri bizim Mustafa Efendinin Yiğeni, Hayriye Teyzenin oğlu onlar olacak değil ya canım, diğerlerini tanımıyoruz ne de olsa insan bilmediğinden korkar ya zaten. İşte anarşit onlar. Biz mi karşıdan, karşının gözüyle bakıldığında hangi saftayız  ANARŞİT.
            Bir günleriniz tünelin hep aydınlık tarafında yaşansın.
            Bir gün görüşmek üzere hoşçakalın !
      

    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder