26 Nisan 2013 Cuma

TRENİN VAGONU

       

           Biz zamanın pençesindeyiz zamansa hızlı giden ve sadece biniş kapısı olan bir tren vagonunda  hep ileri,daima ileri hareket eden yolculuğun başlarında  yer çekimsiz düşlerimiz ellerimizde hızla  gelip geçerken gördüğümüz silüetleri manzara tadında izleriz. her şey daha kolay  daha ulaşılır, dünya küçüktür sanki.
         
Aslında inişi olmayan bu tren vagonunda kendimizi tutsak adletmemek de  kabul  edilesi bir durum değilken günler geçtikte farkındalık keşfedilmeye  başlanır ve başlanmasıyla birlikte de silüetler artık bir manzara olmaktan çıkıp objelere dönüşür ve dönüşmesiyle birlikte  her birine bir yer açarız.İlköğrendiğimizdir birilerine bir şeylere yer açmak.  Her ne kadar bizim buyur ettiklerimiz olsa da bunlar  siz hiç anlayamadan bir varmış bir yokmuş oynarlar. ve oyunları bittikten sonra da öylece giderler. sizde yerleştikleri köşelerde izler, kirler , tozlar bırakarak çıkmaz lekedir bunlar  oraya ne  koysanız neyi koysanız temizlenmez. Sadece boşalan  köşelere  birileri, bir şeyler gelir. Gidenler sizden  bir parça alır bohçasına, geride kalanlara yeter mi hatta  kendine yeter mi diye düşünmeden. Gelenler tamirat için ellerini kollarını doldurur mu bu da bilinmez.
                  Önceleri daha bir boş bakarsınız onların ardı sıra  vagonun penceresinden sanki bir anda tüm her şey gitmiştir de bom boştur orası öyle bir boşluk ki dipsiz kuyudan düşüyor gibi, hissizleşirsiniz nasılsa  canınız bu denli bir daha acımayaz diyerek   sadece düşmenin hazzını duyarsınız garip bir haz. dünyadaki diğer tüm her şey camın arkasındadır artık. dokunamazsınız hiç bir şeye her yer alev alevdir. Dokunulmaz canınız yeniden  yanar bakışınız bile değse hatırlatanlara.

   Dedik ya tren bu dur durak bilmeyen sadece yolcuların bindiği. Yolcuları ise inerlerken artık hiçtirler ve gidecekleri tek yer toprağın altıdır.Bunun için bile  Zaman bırakmaz sizi koşar, koşar, aslında koşan mıdır? Yoksa kırbacı elinde bir cadı misali koşturan mı bilinmez. Sizin adınıza kararlar verecek kadar da ukaladır kimi durumlarda. sessiz sedasız ineceğiniz durağı beklerken bulur sizi ve vagona yeni yeni imgeler yerleştirir. hazır hiç bir şeyin farkında değilken sihirli bir değişimdir bu. Formül sil baştan. Son durak öyle kolay kolay  gelmez vagona kaç güneş daha  doğacak kaç kere batacak sorgulayamazsın nitekim  her yeni gün  yaşam için kalan ilk gündür ve hemen onu kullanmaya başlarsınız biriktirmek gibi  lüksünüz olmaz.
                Önce gidenler  her yeni durakta binenlerle birlikte biraz daha küçülür biraz daha uzaklaşır. öyle ki ; anılarının başı dumanlanır içindekiler zar zor seçilir. Ne acayip bir gidiştir bu olunmadığında öleceğinizi düşündüğünüz bir çok imgeyi bu dumanların arasından seçmekte zorlanırsınız. Kendi yaşamınıza sanki tek taraflı bir aynadan bakıyormuş, ya da bir film karesinde kahramanın hayatını izliyormuşsunuz gibi.
               Tüm bu yaşadıklarınızın sayesinde kimi zaman yağmur yüklü bir bulut olursunuz gözyaşlarınız çarpacağınız yerlerde saklı , ya da kızgın bir şimşek, birilerinin başına düşmek isteğiniz yüreğinizde , olmadı  bir toz yığını ,gelip de size bıraktıklarını süpürmeden gidenlerin üzerlerini kapatmak  arzusuyla, belki de bir intikam meleği, kim bilir bir köşede hüznünüz kendi benliğinizde bir tablo tüm çekilenleri anlatmak üzere izleyen tüm gözlere ,bir bakmışsınız  rüzgar olup pencerelerden sızan  ürperti hissi olursunuz hissetmeyi bilmeyenlere , lakin ne olursa olsun kaybedişleriniz, kaybettikleriniz tüm hücrelerinizde geçersiniz 80 leri , 90 ları ,2000leri  ... her birini  geçtikten ve elinizden kaçırdıktan kaçanlar değerlenir gözünüzde çünkü oradakiler yaşadıklarınızdır  hatalarınız yaptıklarınız size yapılanlar tüm bunları  bilirsiniz, bilirsiniz de yeni gelen günlerde değiştirmek için hiç bir şey yapmazsınız. Elinizdeki tek şeyi  geçmişi muhakeme ederken de tren iki kapalı handan girdiği  gibi çıkar sizi bile arkada bırakarak devam eder yoluna ..


1 Eylül 2012 Cumartesi

AŞKLAR VE ÇELİŞKİLERİ



     Aşk ne melen bir şeydir... Nerden çıktı ne zaman doğdu kimse bilmez amma velakin şu bir gerçektir ki dünya üzerinde insan oğlunun var olduğundan hatta ve hatta insanoğlu daha dünyaya inmeden aşk doğmuş ve kendi doğumu sırasında  aşıklar Adem ile Havva bu sebepten başlarını derde sokmayı başarmışlardır.
    Bundan sonrada  aşkın adının anıldığı muhtelif yerlerde savaşlar, yıkımlar, çekişmeler, ayrılıklar
olmuş, insanlar duyguları yüzünden hor görülmüş, çoğu kez işkencelerle hayatlarını kaybederek yaşadıklarının bedelini ödemişlerdir.
        Meryem'in aşkı  yüzünden Hz. İsa işkence görerek, çarmıha gerilerek öldürülmüş, böylece annesinin yaşanmışlığının bedelini hayatıyla ödeyerek insanlığa bir tarih, bir din bırakmıştır. Yani bu o kadar karışık bir formüldür . Uğrunda yapılan fedakarlıklarla hem tarih yazılır hem kötülüklerin kapısı açılır.
       Tarihteki bir çok büyük savaş yasak olan, doğmaması gereken aşkların varlığı sebebi ile ortaya çıkmış veya aşıkların koynunda gelen kale anahtarlarıyla kazanılmıştır. Bu olgunun gerçekliği de budur aslında ya en büyük hayaller gerçek olur, ya da en büyük hayal kırıklıkları vuku bulur.
         İnsan metobolizmasını bu kadar alt üst eden bir virüs daha yaratılmamış olduğundan sanırım hala revaçta. Öyle ki mükemmel bir düzenekte işleyen beynin yönetimindeki bedenimiz tüm bildiklerini yok sayar, bambaşka bir hal alır.Virüs vücuda ilk yayıldığı anlarda anlamsız bir mutluluk okunur surette, yürünen tüm yollar bulutların üstü, nefes alınan her mekan cennettir ki insanoğlunun aşka ilk feda ettiği ebedi hayatının mükafatı olmuştur. Bu virüs bedenimizden çıktığında ise içimize bir karanlık çöreklenir, yüreğimiz ağırlaşır taşıyamayız. İnsanoğlu acizdir, üstelik söz konusu olan dermansız bir derttir.

            İnsandan daha yaşlı, elle tutulup gözle görülmeyen, varlığı varsayımdan ileri gidememiş olsa bile yaratılmışların efendileri, akli melekeleri bulunanların görünmez prangaları olarak onları kendisine tutsak etmeyi başarabilen, anlatılması imkansız yaşanması güç olan bu olgu hakkında filmler çekiliyor, şiirler yazılıyor, şarkılar söyleniyor, türküler yakılıyor, masalların değişmez kahramanlarına aman dedirtiyor, yaşanamayan sevdalar destanlaşıp dilden dile dolaşıyor. Yine de kendinde barındırdığı sır çözülemiyor. Sanırım bundan ötürüdür ki ilişkilerin matematiği olmaz derler...
            Bir çelişki yumağıdır aşk çoğu kereler, yaşandığında büyümesi, güzelleşmesi gerekirken önünde ne kadar engel, ne kadar kötülük olursa aşıklar tüm bunların karşısında ne ölçüde yıpranır, dağılır, tutsak edilir, acılar çekerse aşk da o kadar ölümsüzleşir. Dilden dile dolaşarak büyür büyür büyür en nihayetinde devleşir.  Oysa doğal olanı yani  kavuşmanın, tek vücut olmanın, iki ayrı bedenin bütünleşerek tek bir ruh, tek bir beden olduğu durumlarda bunu sadece yaşayan iki kişi bilir. Kimse onlarla ilgilenmez, çevrelerindeki yakınları dışında varlıklarının bile farkına varılmaz. Bazen ise zaman ilerleyip bedenlerindeki yangın sönünce kendileri bile unuturlar yaşadıklarını.
           Aşk müdahaleci olduğu bir çok noktada olduğu gibi zaman dilimlerine de hükmederek yaşandığında  sanki hep baharmış gibi algılanır, puslu, kararmış havalarda yaşanamazmış gibi... Bunun sebebi ise kendisini  karanlığın zıttı olarak aksettirişi, var olduğu tüm zamanların yeniden doğuşu simgeleyen, iyiliğe, güzelliğe gebe doğanın yerine koyar kendini. Hiç mütevazi değildir. Hatta ukaladır da, karşısında olan, onun karşısında durmaya çalışan sevdalıların engellerini karanlık ilan ederek yer altına sürgüne yollar. Aydınlık yanın temsilcisi ilan eder kendini, öyle girer vücudumuza  her bir zerremizi kuşatarak hapseder kendine.
          Oysa uğruna feda edilen yaşamlar, gerçekleşen kıyımlar, hatta ismi tarihten yok olan  ülkeler bile onun kurbanlarıdır. Yenilen pehlivanın güreşe doymadığı durumlar yaşanır, karşısında bir çok defa yenilir insanoğlu. Tüm acizliğiyle çırılçıplak kalır önünde savunmasız... Sonra bir daha dener, bir daha... Yeniden yeniden yenilerek belki bir gün dize getirip yenebileceği umuduyla. Şimdiye kadar başarabilen çıkmamıştır. Krallar krallıklarını terk etmiştir kimi zaman, yiğitler savaş meydanlarında canlarıyla harmanlamıştır ya da Yunus Emre misali haykırmıştır:  "GEL GÖR BENİ AŞK NEYLEDİ...."
                 Bir günleriniz tünelin hep aydınlık yanına yakın olsun
                 Bir gün görüşmek üzere hoşçakalın!
         
     

22 Ağustos 2012 Çarşamba

resimler ve insanlar



     Bazı şeyler vardır. klişe olmuş deriz ya öyledir. örneğin uzaklardaki hayatlar hep iyidir, hep huzurludur , bütün öteki kadın ve erkekler kötüdür, öğrenci düşük not almaz öğretici verir, ayrılıklar her zaman zordur bunlar sayarsak eğer milyonları bulur.
        Hiç kimse yoktur ki hayalinde uzaklarda bir yaşam canlandırmasın ve o yaşama kötülük kondursun, bir resim çizer oraya dair. Abidin Dino edasıyla her köşede bir mutluluk, her köşede bir sevişgenlik, her işte bir kariyer doruğu, o resimdeki köşe başı kapkaççıları, yabancılara kötü gözle bakma, yağmurlar, fırtınalar yoktur. Nereye gitmiştir. tüm bunlar bilinmez, gitmeselerde gözükmeyen imgelerdir. söz konusu olaylar. Taaa o kadar uzaklarda olmaz öyle şeyler çünkü, öyle ya orada yaşayanlar insan değillerde, başka başka yaratıklar demek.  Heralde orada hiç cinayet yok  ölümlerin hepsi evlerinde ya da hastanelerinde döşeklerde yaşanıyor.
        Kim bilir aşklarda  ayrılık da  yoktur oralarda, varsa da ayrılıklarda burukluk, yada ayrılmayı gerektiren birbirini anlamazlık, karşıdakine kötü davranma, yada ötekileştirilmiş bir kadın ya da erkek yani bir üçüncü kişi yoktur. Herkes kendi sevdiği, kendi seçtiği  ruh eşiyle sonsuza dek, ölüm onları döşeklerinde yakalayana dek ayrılmazlar.


        Okullarda herkes başarılıdır belki, hangi yaşta olursa olsun öğrenci hiç düşük puan almaz, ailesi tarafından bu konuda azarlanmaya, paylanmaya maruz kalmaz, çalışkandır okullu olanlar, saçma sapan sınavlar yoktur oralarda , çocuklar çocukları bitene dek büyümek zorunda kalmazlar. Yarış atı misali sürekli sınavlara hazırlanmak için cep test kitabı denilen mini boylarda kitapları otobüslerde bile çıkarıp çözmek yerine , beğendiği kendi seçtiği bir  kitabı okumak gibi lüksleri vardır, bisiklet yolları , sosyal etkinlikte bulunabileceği alanları ve zamanları bile olabilir.
        Acaba o zaman mutluluğun resmi, ismi şekli değişirmiydi , yani her şey kusursuz olsa, insanlar para için paranın kölesi olmak için değilde, hayatın tadına varmak, sevdiği tüm olguları etrafında barındırarak yaşasa, isteyeceği, şikayet edeceği durumların içine yine de kendini sokmayı başarabilirmiydi , bilinmez.
         Sanırıyorum ki çizilen bu mutluluk resmi günümüzde pek geçerlilik kazanamaz. Bir kere insanla başlar her şey ve onunla biter. İnsanın doğasında acı çekmeye meyilli bir yan olmasa,  kendi kendine yıkarmı kurduğu biliktelikleri, kıyar mı sokakta hiç tanımadığı birinin cüzdanındaki üç beş kuruş için boğazını kesmeye, yada başarılı olmak adına çocuklarını kafese koymaya, çemberin içindeki Hemster gibi sürekli koşar koşar, nereye gitmeye çalışır, neye varmak ister bunu kendisi de bilmeden farkedemen, sistemin ve paranın kölesi olurken geride bıraktığı değerleri unutmaya da bu kadar hazır olmazdı üstelik.
        Her yaşanan günde neredeyse bir kere hayat zor diyerek şöyle derin bir nefes alıp verilir. Bunun yanında düşünülmez  ama hayatı kim zorlaştırır. Görülmeyen bir el mi , aslında ilginçtir öyle düşünülür  bir çok zaman "kader" denir  yapılacak bir şey yok yaşanması gereken bir durum diyerek kabullenir, içselleştirilir yanlış olan yaşanan ne varsa. en nihayetinde elden bir şey gelmez! şeklindeki tamamen suç kaftandan yapılsa kimse giymez tarzındaki davranışı sergiler

       Öyleki,  şahsi iradeleriyle  kurdukları , hayatlarınının  aksiliklerini, başarısızlıklarını, aksaklarını bile başka bir durumalara bağlama, birilerinin üzerine yıkma gibi konularda en başarılı varlıklardır insanlar. ve de yaratılmışların en çelişkilisidir. Dünyayı harika bir yer yapabilmeyi başaracak evrendeki her bir zerreyi mensup olduğu ırkın  hizmetine sokmayı, her bir tanecikten ayrı ayrı yararlanabilme, ilişkilerini düzenleyebilme, hayatta kalmayı her şekilde başarabilme  gücü varken gün be gün yaşanmı kendi veya yakınları özellikle de en sevdikleri  için çekilmez kılan başka bir canıl türüne rastlamak mümkün olmaz olamaz olabilemez!

          Herkesin kendi elleriyle inşa ettiği yaşamlarda elbette kırıklıklar, özlemler kayıplar, yenilgiler,  yaprak dökümleri  olacak,  zaman zaman dizide kanayacak, canı da yanacak. Sevişmeleri olduğu kadar nefretleri de selamlayacak, barışı kucakladığı gibi savaşa da göğüs germesi gereken anlar olacak, kavuşmalarda doruklara çıkarken, varlığını dibe vurduran ayrılıklar da yaşacak  bunların hiç biri önemli değil asılnda, önemli olan tüm yaşanmışlıklara rağmen kozaladan çıkan tırtıl gibi kalmayıp bir günlük yaşam uğrana kelebek olabilmektir. Tenine vuran yumuşak rüzgarı hissetmek özgürlüğün tadına varabilmek için .
        Zümrüdü Anka Kuşu , o denli hassas , naifken  masal kahramanı olup  da , her defasında yaşarken daha yaşamdayken her defasında yeniden,  hiç bıkmadan usanmadan bir daha bir daha  küllerinden doğarlar. Bu halleriyle bize aklı her şeye kadim olan yeten insanoğluna yaşama dair, yaşamda ayağakalkabilmeye dair fikirleri serer gözler önüne "Kaderini yaşa , ya da yenisini yaz" insanoğlunaysa kalan sadece tercih  yapmak  hepsi bu.

  Bir günleriniz tünelin hep aydınlık yanına yakın olsun
  Bir gün görüşmek üzere Hoşçakalın!

15 Mayıs 2012 Salı

BU HAYATSA...

         Öyle bir zaman içindeyiz ki ne iyi ne kötü bilinmez. Sürekli sürekli geçmişi yadedip  , yaşadıklarımızın güzelliklerinden , o günlerin samimi sıcaklığından ,  insani değerlerin ne kadar da yüksek, ikili ilişkilerin  daha tutarlı, büyüklere saygı ve daha sayamayacağımız milyonlarca olgu bulabiliriz konuşacak, tartışacak, hasret duyacak.
         Ömürden geçen her gün bittikten sonra geçmiş olur aslında, gelecekte biz bunu düşünür, güzelliklerini kendimize, başkasına öve öve bitiremeyiz. Keşke bunu o günü yaşarken yakalayabilsek, farkına varıp mutlu olsak ama olmaz işte bizden çıkıp gidince kıymetini biliriz. Bu sadece yaşanan günlerle değil , birlikte yaşadığımız insanlar için de böyledir. Gittiklerinde haklarında konuşurken bir kötü söylesek iki iyi söyleriz. Ne yapalım bu da böyle bir çelişki , ne derler bilirsiniz ilişkilerin matematiği olmaz . Iki ile iki hiç bir zaman dört etmez.Bazı dönemler de ise istese de edemez. Her şey istenilen rutin düzende gitmez.

         Bunun sebebi ne ? bir sürü şey olabilir, hepsini bilebilmemiz mümkün değil. Lakin ben birini biliyorum sanırım.         
       " Değişmeyen tek şey değişimdir" Hal böyle olunca gelişen teknoloji  kolay ,pratik , hızlı, tempolu yaşamı bize benimsetirken , çeyiz sandığındaki danteler gibi, bir çok değerimizi de gözden uzak yerlerde belki bir gün kullanılır,bakarsın yeniden moda olur  diye saklamaya itti  hepimizi
         Zamanımızın en büyük değişimi bilgisayarlar  bir çok konuda yükümüzü aldılar  üstümüzden,insanın çalışması gereken tehlikeli bir sürü görevi üstlendiler bizim adımıza, hesaplamalar yaptılar,  böyle güzel bir durumdan kötü sonucun çıkması ise bilgisayar olmakla insan olmanın ayırımına varamadığımızdandır.
         Bu gelişimlerin neticesinde  büyüyen şirketlerin daha da büyüme hırsları ,  ne kadar kazansak da tüketme güdümüzün zirveyi yaşadığı şu dönemlerde parayı hiç bir zaman yetiremediğimiz  sürekli sömürme kendimize yeni sömürü kaynakları yaratma düşüncesi , işlerin hafiflediği bir zamanda hemen işten çıkarmalara üstüne üstlük  çıkan çalışan yerine kimseyi almayıp, işinden olmamanın rehavetiyle büyük bir  mutluluk içinde, sırtına ne yüklenecek olursa olsun ağzında kocaman evetiyle   angaryaları sırtlamaya hazır  çalışanlar,  ve zincirin devamı halkalarla zamanla bir angarya daha , bir angarya daha derken çığırdan çıkmış, kendisine ayıracağı zaman ancak hayvansal ihtiyaçlarını görecek kadar sınırlandırılmış, robotlaştırılmış insanların eve dönüş yolunda  ne hale geldiğini görmek için akşamları toplu taşıma araçlarının içine bakmak  ama gerçekten bakmak gerekli.
         Kadınlar, erkekler, yaşlılar, gençler, çocuk yaşta  çalışanlar , öğrenciler,  sürü halinde günün belirli bir saatinde  sanki bir el  onları derleyip toplayıp oraya koymuş,gidecekleri yönleri belirli gruplara ayırarak belirlemiş ve insanlarda verilen görevi ifa etmek üzere   sel olmuşçasına  hızlı adımlarla bir yerlere  yetişme daha doğrusu binecekleri toplu taşıma araçlarını yakalama çabasında , hepsinin gözleri en uzak noktaya sabitlenmiş ,  yüzlerinin en iyi ifadesi ise  ifadesizliktir, çünkü genel geçer tek görüntü yorgunluktan rengi kaçmış bir ten, bıkkın  çökük bir çift omuz, gözleri kapanmamak için adeta savaş veren insanlardır.sabah şık şıkıdım olan bakımlı bayanların ise saçları dağılmış, ya sıcaktan makyajları akmış, ya soğuktan dudakları çatlamış, kendinden vazgeçmiş bir şekilde eve giden yola koyulmuşken  servisle giden, yada toplu taşıma araçlarında yer bulan ender şanslı şahıslar kafalarını cama dayayıp yolculuk boyunca düşünür. Ya kreşte ki çocuğa yetişememektir kaygı, ya trafik sıkışlığında , üstüne üstlük  müdürün kaprisiyle işten  geç  de çıkmış ise bakıcının asık suratı, hiç olmadı evde yemek de yok bu gün ne yapsam acaba? , erkek ise camın kenarındaki pestili çıkmış bir şekilde eve girince  nasıl yapsam kendimi düzeltsem , düzeltsem ki evde
-"ne bu surat sadece sen mi çalışıyorsun evde huzur muzur bırakmadın"
 söylemlerine yaşamasa  ne güzel olur.  zira birde onu kaldıracak hiç hali yok.

         Yolculuk bitiminde bu  kalabalık sürü   indikleri çeşitli duraklardan  telaşlı ev dedikleri barınaklarına sığınmak üzere süratle hareket ederler  , istenilen sükuttur sadece. O kadar vazgeçmiştir ki kendinden çarçapuk , eşofman, pijama, paspaye rahat ne varsa geçirirler  üzerlerine  , acil acil pratik, mutfaktaki mevcut malzemelerle yemek  oluşturulur.olmadı hazır bir şeyler söylenir,  özensiz mümkün olan en kısan zamanda hazırlanan  bir sofraya geçerilir. Bir iki çift laf edilir.  sofra hatırına,günü her ne olursa olsun kasasız belasız bitirmiş olmanın zaferiyle kısıtlı bir zaman diliminde dışarıdan bahseder aile bireyleri birbirlerine amma velakin bu bile  herkesin kafası dışarıdaki işlerle doluyken tam bir birlik oluşturmaya yetmez,bir takım hikayeler anlatılır anlatılmasına da kafası dolu dinleyen bireyler sadece yüzeysel dinlerler kulağına gelen sesleri yani yapılan paylaşım değil sohbettir aslında hal böyle olunca da  her birey kendi yorgunluğunu, kendi sorunlarını, yine kendi bilgisayarlarında kendi odalarında, ayrı televizyonlar izledikleri  farklı dizilerde  üzerlerinden atmaya çalışınca,annenin  çocuklarını sevmeye, çiftlerin  birbirlerine iyi geceler demeye bile fırsat bulamadan köşede bucakta  uyuya kalmalarla  son bulur gün. Sevmesiz sevişmesiz! Duruşumuz budur  yeni dönem modern yaşantılardaki evlerimizin tablolarında.

         Güldüren düşünürümüz Nasreddin Hoca yüzyıllar önce sanki bu günkü tabloyu görmüş de karısıyla şu sohbeti gerçekleştirmiş;
         -Yahu hanım bizim  1 kilo ciğer nerede?
Hanım tükettiğini hocadan saklamak için ivedilikle uydurduğu yalanı yapıştırır
           -Bizim kedi yavrusu yedi diye
Hoca alır kedi yavrusunu tartar , kedi bir kilo gelir.Döner karısına
        -Yahu hanım der. Bu ciğerse kedi nerde , bu kediyse ciğer nerde
Evet muzip hocamızın dediği gibi ,
       " bu hayatsa biz nerdeyiz?, bu bizsek hayat nerde?"Bizi pürtelaş tünelin sonuna götüren banliyö treninde...!
           Bir günleriniz daima tünelin aydınlık yanına yakın olsun.
           Bir gün görüşmek üzere Hoşçakalın...!


9 Nisan 2012 Pazartesi

ÇAPKINMISINIZ GERÇEKTEN Mİ ?

         
                 

         Toplumların genelinde, muhafazakar kapalı toplumların ise tamamında çapkınlıkla ilgili en büyük yanılgı bu çarkı sadece erkeklerin döndürebilmesi, hatta ve hatta yaratıcısının direkt erkek olduğunu  kesin yargılarla kabul etmeleridir.
            Bunun yanlışı aslında, ergen iki çocuğunun biri kız biri erkek olan ailelerinin evlerinin  sofralarında , akşam sohbetlerinde başlar. Erkek anlatır yeni tanıştığı bir kızla nasıl da flört ettiğini, onu nasıl tavladığını,öyle heveslidir ki bunu anlatırken, ağzı kulaklarındadır,  neden olmasın kendi açısından zaferdir yaşadıkları.çünkü o erkektir. Ve ne kadar çapkın olursa toplumda o kadar kabul görecektir. Bunun bilinciyle omuzlarını dikleştirerek, derin bir nefes alarak göğsünü şişirir ki, kendinden eminliğini vücut dilinde  de yansıtsın etrafına, okulun bahçesindeki, otobüsteki, okul gezisindeki, okul velaybol takımındaki küçük mecralarını anlatırken   Gencin bundan keyif  alması doğal gelebilir  tabii, ancak sofradaki tüm aile bireyleri de aynı keyfi yaşarlar, ne kadar otoriter de olsa baba, gerekirse köşeye çekilip duymuyor gibi davranarak kulaklarını kabartır sohbete ,kabaran da sadece kulakları da değildir üstelik, aynen aslan oğlunun ki gibi göğüslerini dikleştirir. Ne de olsa babasının oğludur. Yaşadıkları da sonuna kadar mubahtır.Hele anne bir kadın olarak daha vahim bir yanlıştadır. E kızlar oğluna bakmayacak da kime bakacak helal olsun biricik oğluna,
             Peki  ya o ,masada bir de genç kızımız var. Kafası önünde diğerleri kocaman kocaman gülümserken, o, sadece  yanaklarında hafif bir pembelik, (sanki tüm bunları kendi yaşamışçasına utanarak ) hafif tebessümler eder. Hoşuna gider kardeşi yada ağabeyinin yaşadığı mutluluğu paylaşır tabii,Ama yüreğinde sevdiğinin sızısı vardır.En yakınlarının kulaklarını, gönüllerini tıkadığı, yok saydığı bu sızı , kimbilir sevdalısının yemek masasının bu akşamki konuğudur. Kendi evinde gözardı edilen onun da duygusal bir takım ilişkiler yaşamaya ihtiyacı  ve  hakkı olduğu, başak bir evin sarı duvarlarında yankı bulur , gene bir erkek çocuğunun  gölgesinde
         Kişilerin yaşları ilerleyince bu masum ilişkiler biraz daha derinleşir,  belki çirkinleşir,maalesef basite bile indirgenir zaman zaman, artık maceraların anlatıldığı mekan bir kahvehane, cafe yada bilardo salonu, dinleyiciler arkadaşlardır. Malum artık durum aile arasında görüşülecek mahremiyeti aşmıştır. Anlatıcı özellikle adı çıkmış bazı meslekleri de yapıyorsa değme keyfine, mutlaka ayağını her dokunduğu ülkede, şehirde olan dizi ,dizi  sevgililer, tanıştıktan iki saat sonra otel odasına, kadının evine gidiş ve öz konusu erkeğimizin üstün başarıları , kahkalar eşliğinde masaya yatırılır.( İşin traji komik yanı ise bizim çapkının çoğu geceler yalnızlıktan yabancı sokaklarda beyhude dolaşmasıdır ki şimdiki konumuzun  o olmadığından üzerinde durmayacağız.)
                       
             Bizim uluslararası ün yapmış kişimiz  çoğu kez evlidir.Ya da en azından kendisinin ciddi  ilişki gözüyle baktığı flörtü de vardır. Peki bu arkadaş anılarını ballandıra  ballandıra anlattığı  o sandalyeden kalktığında oraya kendi mahallesinden  bıyıkları yeni terleyen bir delikanlı gelse de biraz daha utana sıkıla mahalleden bir abladan öğrendiklerini anlatsa,,,, cinayetlerin en kanlısı yaşanır değil mi, nasıl olur?Olanaksız olan  böyle bir konuyu telaffuz edenin bile katli  vaciptir.Dile gelemez bir şeyken bu nasıl yaşanabilir. Bizim kahraman gider bir sene sonra döner orada yaptığı her şey normal , normal  ne demek övgüye değerdir. Ancak bıraktığı yerdekilerin aynı temizlikte olması şarttır.  Zira kendisi böyle bir kalleşliğe , (köprünün öbür yakasında kendini bulunca olayın adı kalleşliğe döner ) maruz kalamaz, olmaz ya onu bu duruma düşüren olursa da gereği de yapılır üstelik!
        Konu aslında çok açık duygusal ilişkiler iki kişiliktir. Kadın ve Erkek. Her çapkın erkeğin, çapkın olmak adına yaptığı her hareketin karşı yakasında bir kadın vardır.
        Unutmayın ne erkektir ne dişi bunu yapan iki kişi. O yüzden bir daha düşünün siz hakikaten ÇAPKINMISINIZ ?
       Bir günleriniz tünelin hep aydınlık yanına yakın olsun
       Bir gün görüşmek üzere
       Hoşçakalın
 

15 Mart 2012 Perşembe

YALNIZLIĞINI DA AL GİDERKEN!

                             
                           
                  Bazen  tüm zamanların en yalnızısındır. o kadar yalnız ki gökdeki ay bile senden  kalabalıktır. Ne kadar acayip hayatından giden kişinin adedi birdir . Sadece bir, tekdir. Gel görki tüm şehir boşalır onun adımlarıyla sanki süpürür herkesi önü sıra her şeyi her yeri yanında götürür. de sana da  kalan  kocaman bir boşluktur, keşke yalnızlığın o yıkıcı uğultusunu da yanında götürse,olmaz işte  payına düşen budur   gidişlerde, oyunun bu perdesinde kalansındır, çünkü gidenin ardından bakan
               O zaman gitmek istersin , bu artık , bi yelkenliye binip açık denizler mi , trenle rayların tıkırtıları arasında sallana sallana  ulaşılabilecek  en uzak noktamı , uçakla göklere çıkıp uzunca bir süre aşağı inemeyecek kadar ötelere gitmek mi , gözün kararırsa  hiç önemli değildir. neresi nereler olduğu  o kadar ki , bu kaf dağı bile olabilir  hepsi aklına geldiğinde  süper bir fikir halini alır  tasarladığın  an itibariyle . Kim bilebilir ki belki orada insanlar vardır. Hatta bir bakarsın  kalabalık bile olabilir.
                   Bazen gitmeyi başarırsın belki istediğin kadar uzağa değil, gene de gitmek gitmektir. Hedefe ulaştığın  zaman anlarsın ki,  konunun gitmekle ya kalmakla  hiç bir ilgisi  yok, kendini götürdüğün sürece her yer aynı insansızlıkta olacaktır.                                                  
                         Hemen bir B planı yaparsın olacak gibi değildir çünkü bu duruma tahhamül etmek olanaksızdır. Nefes almak bu kadar mı can acıtır ?Acıtır işte bu yüzden de çıkış yolu aramak zorundasın tıpkı labirentte peyniri arayan fare gibi .  Kendini bırakman gerekli bir yerlerde  tamam buldun işte. Çare bu , derdinin dermanı bu . İyi de nerede bırakacaksın , hangi zaman diliminde, dilimlerin  hem  hepsi kayıp , hem her an onunla olduğun saniyeler bütünü oluştururken.
                         Birilerini ararsın can havliyle , geçmişte bıraktığın, bu epey bi geçmiş olmalı ki , onunla yaşadıklarını , birlikte nefes aldığını , uzaklarının , yakınlarının hepsinin onda yoğrulduğunu  ,  bilmesin , bilmesin ki , bunların konuşulması da imkansız hale gelsin. Fikir güzelde arananların kiminin telefon numaraları değişmiştir. Kiminin yaşadığı şehir ,  ya da seni hatırlamaz , hatırlasa  bile umursamaz . E ne yapalım o kadar da uzaklara gitmeye gerek yok. Daha yakından birileri de olabilir. Hem o kadar sohbet konusu varken tutup onu mu konuşacaksın. Güvenirsin bu konuda kendine gereksiz bir deli cesaretiyle ,
                       En nihayetinde bir can simidi bulunur bulunmaz hemen sözleşilir, en kısa sürede de buluşma gerçekleşilir. Konu konuyu açar. Olağan dışı hiç bir şey yokmuş gibi davranalır ilk dakikalar, sonra durum zorlaşır  ve bu olağanlığı devam ettirmeye  çalışırken dozu kaçırır fazla  neşeli olursun, bunce neşeli haldeyken gözlerinin buğusu , yüzündeki anlamsız ağlamakla gülmek arası ifade,tüm bunlar bira araya gelince de yakalanırsın  pek tabii , aslında suçlu  kötü bir senaryo da , kabileyetsiz bir oyuncu olmandır.
                    Sonunda da  kaçmaya çalışırken, zincirlendiğin yerdesindir. Harfler daha biraz önce ağzından zorla sese dönüşen şeylerken , şimdi çağlamışlar , hiç mi hiç zorluk çekmiyorlar kelimeleri, cümleleri oluşturmakta. Anlattıkça   azalacak sanırsın , Bilakis çoğalır ,çoğalır,çoğalır  senden bile fazla olur özlemler , pişmanlıklar kızgınlıklar.Kaldıramazsın omuzların çöker, yüzün düşer , pes edersin.   İşte  çözüm sandığın bir olasılığı daha önünde duran çay bardağının buğusunda boğmayı başarmışsındır.
                       Sonra şöyle bir irkilirsin, benliğine iner iç sesine kulak verirsin dön hayata yakala bıraktığın yerden, tut ipin ucunu sadece senmisin bu konuda dertli  olan ,kalk ayağa, ee öyle ölmeyi düşünmekle, ölmek aynı şey değil,kolay hiç değil,  yarım da olsa doğrulursun, belin bükülmüştür.Tam dik olamazsın  tabii ama olsun, artık oyunun kurallarını sende biliyorsun, bir şekilde uyum sağlar, kendine dönersin arayışın yeniden başlar.İlk önceleri ya hep uyursun zaman geçsin tükensin bende içinde tükeneyim dersin, ya da  seni anlamayan gözlere, yüreklere yelken açar,buz gibi elleri tutarsın.Anlamsız.
                            Perdenin son oyununda bir bakarsın aynaya "bende sana verecek kadar ben kalmadı. " diyerek atarsın onu hayatından , hiç bir kırıntı , hiç bir iz , duygu bırakmadan. Silersin tümden hatta artık kızgın olma nefret etme dürtüleri bile yoktur içinde.  Nazım Usta'nın dizeleri gibi devam edersin yoluna "Bir ağaç gibi tek ve hür bir orman gibi kardeşçesine"
                                 
                             Bir günleriniz hep tünelin aydınlık yanına yakın olsun
                              Bir gün görüşmek üzere ,,
                              Hoşçakalın