15 Mayıs 2012 Salı

BU HAYATSA...

         Öyle bir zaman içindeyiz ki ne iyi ne kötü bilinmez. Sürekli sürekli geçmişi yadedip  , yaşadıklarımızın güzelliklerinden , o günlerin samimi sıcaklığından ,  insani değerlerin ne kadar da yüksek, ikili ilişkilerin  daha tutarlı, büyüklere saygı ve daha sayamayacağımız milyonlarca olgu bulabiliriz konuşacak, tartışacak, hasret duyacak.
         Ömürden geçen her gün bittikten sonra geçmiş olur aslında, gelecekte biz bunu düşünür, güzelliklerini kendimize, başkasına öve öve bitiremeyiz. Keşke bunu o günü yaşarken yakalayabilsek, farkına varıp mutlu olsak ama olmaz işte bizden çıkıp gidince kıymetini biliriz. Bu sadece yaşanan günlerle değil , birlikte yaşadığımız insanlar için de böyledir. Gittiklerinde haklarında konuşurken bir kötü söylesek iki iyi söyleriz. Ne yapalım bu da böyle bir çelişki , ne derler bilirsiniz ilişkilerin matematiği olmaz . Iki ile iki hiç bir zaman dört etmez.Bazı dönemler de ise istese de edemez. Her şey istenilen rutin düzende gitmez.

         Bunun sebebi ne ? bir sürü şey olabilir, hepsini bilebilmemiz mümkün değil. Lakin ben birini biliyorum sanırım.         
       " Değişmeyen tek şey değişimdir" Hal böyle olunca gelişen teknoloji  kolay ,pratik , hızlı, tempolu yaşamı bize benimsetirken , çeyiz sandığındaki danteler gibi, bir çok değerimizi de gözden uzak yerlerde belki bir gün kullanılır,bakarsın yeniden moda olur  diye saklamaya itti  hepimizi
         Zamanımızın en büyük değişimi bilgisayarlar  bir çok konuda yükümüzü aldılar  üstümüzden,insanın çalışması gereken tehlikeli bir sürü görevi üstlendiler bizim adımıza, hesaplamalar yaptılar,  böyle güzel bir durumdan kötü sonucun çıkması ise bilgisayar olmakla insan olmanın ayırımına varamadığımızdandır.
         Bu gelişimlerin neticesinde  büyüyen şirketlerin daha da büyüme hırsları ,  ne kadar kazansak da tüketme güdümüzün zirveyi yaşadığı şu dönemlerde parayı hiç bir zaman yetiremediğimiz  sürekli sömürme kendimize yeni sömürü kaynakları yaratma düşüncesi , işlerin hafiflediği bir zamanda hemen işten çıkarmalara üstüne üstlük  çıkan çalışan yerine kimseyi almayıp, işinden olmamanın rehavetiyle büyük bir  mutluluk içinde, sırtına ne yüklenecek olursa olsun ağzında kocaman evetiyle   angaryaları sırtlamaya hazır  çalışanlar,  ve zincirin devamı halkalarla zamanla bir angarya daha , bir angarya daha derken çığırdan çıkmış, kendisine ayıracağı zaman ancak hayvansal ihtiyaçlarını görecek kadar sınırlandırılmış, robotlaştırılmış insanların eve dönüş yolunda  ne hale geldiğini görmek için akşamları toplu taşıma araçlarının içine bakmak  ama gerçekten bakmak gerekli.
         Kadınlar, erkekler, yaşlılar, gençler, çocuk yaşta  çalışanlar , öğrenciler,  sürü halinde günün belirli bir saatinde  sanki bir el  onları derleyip toplayıp oraya koymuş,gidecekleri yönleri belirli gruplara ayırarak belirlemiş ve insanlarda verilen görevi ifa etmek üzere   sel olmuşçasına  hızlı adımlarla bir yerlere  yetişme daha doğrusu binecekleri toplu taşıma araçlarını yakalama çabasında , hepsinin gözleri en uzak noktaya sabitlenmiş ,  yüzlerinin en iyi ifadesi ise  ifadesizliktir, çünkü genel geçer tek görüntü yorgunluktan rengi kaçmış bir ten, bıkkın  çökük bir çift omuz, gözleri kapanmamak için adeta savaş veren insanlardır.sabah şık şıkıdım olan bakımlı bayanların ise saçları dağılmış, ya sıcaktan makyajları akmış, ya soğuktan dudakları çatlamış, kendinden vazgeçmiş bir şekilde eve giden yola koyulmuşken  servisle giden, yada toplu taşıma araçlarında yer bulan ender şanslı şahıslar kafalarını cama dayayıp yolculuk boyunca düşünür. Ya kreşte ki çocuğa yetişememektir kaygı, ya trafik sıkışlığında , üstüne üstlük  müdürün kaprisiyle işten  geç  de çıkmış ise bakıcının asık suratı, hiç olmadı evde yemek de yok bu gün ne yapsam acaba? , erkek ise camın kenarındaki pestili çıkmış bir şekilde eve girince  nasıl yapsam kendimi düzeltsem , düzeltsem ki evde
-"ne bu surat sadece sen mi çalışıyorsun evde huzur muzur bırakmadın"
 söylemlerine yaşamasa  ne güzel olur.  zira birde onu kaldıracak hiç hali yok.

         Yolculuk bitiminde bu  kalabalık sürü   indikleri çeşitli duraklardan  telaşlı ev dedikleri barınaklarına sığınmak üzere süratle hareket ederler  , istenilen sükuttur sadece. O kadar vazgeçmiştir ki kendinden çarçapuk , eşofman, pijama, paspaye rahat ne varsa geçirirler  üzerlerine  , acil acil pratik, mutfaktaki mevcut malzemelerle yemek  oluşturulur.olmadı hazır bir şeyler söylenir,  özensiz mümkün olan en kısan zamanda hazırlanan  bir sofraya geçerilir. Bir iki çift laf edilir.  sofra hatırına,günü her ne olursa olsun kasasız belasız bitirmiş olmanın zaferiyle kısıtlı bir zaman diliminde dışarıdan bahseder aile bireyleri birbirlerine amma velakin bu bile  herkesin kafası dışarıdaki işlerle doluyken tam bir birlik oluşturmaya yetmez,bir takım hikayeler anlatılır anlatılmasına da kafası dolu dinleyen bireyler sadece yüzeysel dinlerler kulağına gelen sesleri yani yapılan paylaşım değil sohbettir aslında hal böyle olunca da  her birey kendi yorgunluğunu, kendi sorunlarını, yine kendi bilgisayarlarında kendi odalarında, ayrı televizyonlar izledikleri  farklı dizilerde  üzerlerinden atmaya çalışınca,annenin  çocuklarını sevmeye, çiftlerin  birbirlerine iyi geceler demeye bile fırsat bulamadan köşede bucakta  uyuya kalmalarla  son bulur gün. Sevmesiz sevişmesiz! Duruşumuz budur  yeni dönem modern yaşantılardaki evlerimizin tablolarında.

         Güldüren düşünürümüz Nasreddin Hoca yüzyıllar önce sanki bu günkü tabloyu görmüş de karısıyla şu sohbeti gerçekleştirmiş;
         -Yahu hanım bizim  1 kilo ciğer nerede?
Hanım tükettiğini hocadan saklamak için ivedilikle uydurduğu yalanı yapıştırır
           -Bizim kedi yavrusu yedi diye
Hoca alır kedi yavrusunu tartar , kedi bir kilo gelir.Döner karısına
        -Yahu hanım der. Bu ciğerse kedi nerde , bu kediyse ciğer nerde
Evet muzip hocamızın dediği gibi ,
       " bu hayatsa biz nerdeyiz?, bu bizsek hayat nerde?"Bizi pürtelaş tünelin sonuna götüren banliyö treninde...!
           Bir günleriniz daima tünelin aydınlık yanına yakın olsun.
           Bir gün görüşmek üzere Hoşçakalın...!