14 Şubat 2012 Salı

BAŞLIYORUM BAAŞŞ-LAA-DIIIMMM VE BİTTİ !!!

    Herhangi bir işi girişme,aşka, okula, arkadaşlığa başlarken ne kadarda haz duyarız.Hafifleriz birden, ayağımız yerden kesilir nefesimiz sanki sürekli nane şekeri yiyormuşuz gibi  açıktır.Hatta sanki gökyüzüne yükselebilirmişiz,her yere erişebilirmişiz gibi kendimizden emin halimiz ve yüzümüzde daimi kalan bir tebessüm..
    Hiç kimseyi tanımıyorum ki bir ilişkiye merhaba derken (bu günü birlik bile olsa)  ayakları yerden kesilmesin, kendini sürekli iyi hissetmesin. Sanırım bu büyünün bozulduğu an her şeyin rutinleştiği,tüm taşların yerine oturtularak düzen kurmak dediğimiz normalleşme hareketlerini oluşturduğumuz anlardır. işte o vakitler ilişki sıradanlaşır.
    Ne de olsa sevgili yücedir, eşi benzeri yoktur, ondan başka kim seni bu kadar mutlu edebilir ki, kimseye verilmez o  yarin al yanağı, her kesten sakınılması gerekir, bazen korunması kollanması , gün gelir, gün geçer,bizim sevgiliye bir gün şöyle bir bakarız ve malesef görürüzki, o normal bir insan, hatta hataları kusurları bile olan normal bir insan, tıpkı kalabalıktaki diğerleri gibi.
    Düşünün açken huysuzluk edebilir,doyunca geğirebilir, uykusuzken hırçınlaşabilir, düşünürken somurtabilir, hatta sizin düşündüğünüzden farklı düşünüp, olaylara başka bir persfektiften bakabilir,ilk zamanlar tüm bunlara
"aman ne olmuş, zararı yok, benim ikizim değil ya "denir. sonra sonra bunlar büyür, büyüür kocaman bir sorun yumağı halini alır, çözmeye çalıştıkça kördüğüm olan.
     Yeni bir iş önümüzde nasıl bir ufuk açar her defasında, her başlangıçta öyle ki bu yol  kesinlikle yürünecek, kariyere giden basamaklar tek tek  çıkılarak zirveye yerleşilecek kaçarı yok.
      Derken, günler günleri kovalar, haftasonları biter yeni pazartesiler gelir yerleşir haftanın başına,bir gün bakarsınız sorun çıkaran müdürdür. Yada yan masadaki arkadaş sana çelme takan,işleri önce büyük bir hevesle öğrenirsin,akşam mesaiye kalır,eve geldiğinde tüm günü evdekilere hiç bir satır atlamadan anlatır, olaylar üzerinde yorum yapar,gün boyunca eline geçen fırsatları nasıl da doğru değerlendirdiğini anlatır durursun da ya sonra?
-Bu gün iş nasıldı hayatım
-Her zamanki gibi işte
-Müdürle nasıldın?
-Aman nasıl olunabilir ki?
     Artık işler öğrenilmiş, her gün bir diğerinin aynı olmaya başlamıştır.Bizim basamaklar mutlaka bir yerden kırılarak,arada kocaman bir gedik yukarısı artık bir hayaldir.
    Sıfır bir ev ferahtır,temizdir, mahalle nezih,komşular güzel dostlukları müjdeler, sabah ve akşamları başlarını hafif eğerek "günaydın-iyi akşamlar" derken. Onlar hem iyi hem de kibar insanlardır. En nihayetin de bir gün sizin banyonuzdan sızan su o kibar komşunun holüne doğru yol alır.Üstelik ters de bir zamandır.Tamiratın bir süre ertelenmesi gerekir.Ne olsa komşu iyi biri gerekirse konuşulur halledilir.
   Kapı çalar
-Banyonuzu tamir ettirirmisiniz yoksa ben kendime bir gemimi alayım.
-Efendim, şeyyyy, tamir, bir kaç gün
-Bırak kardeşim lafı ağzında gevelemeyi, orası tamir olacak o kadar.
  Demem o ki , ne olursa olsun ne yapılırsa yapılsın başlangıçlar güzeldir.Olayların içine girmeden, insanları derinlemesine tanımadan, sizin için halen süprizler içerirken,tüm her şey yüzeyselken, içeriğinde sırlar barındırırken güzeldir. Böylece hiç bir obje yaşlanmaz hayatınızda, yaşananları eskitmez.Sanırım bu yüzden seyyahlar  hiç yaşlanmazlar.Yüzyıllarca bizimle beraberdirler.
   Evliya Çelebi kadar genç  kalmanız dileğiyle...
   Günleriniz tünelin hep aydınlık yanında olsun.
    Bir gün görüşmek üzere Hoşçakalın,

2 Şubat 2012 Perşembe

YOLCU OTOBÜSÜM

           Bir gün otobüste insanlara baktım. Her birine tek tek... Kimi yorgun, Kimi düşünceli. Her birinin bir hikayesi vardır mutlaka dedim kendime ve sonra bu gözlem hobim haline gelmeye başladı. Analizler yaptım, otobüs insanlarını kobaylarım sayarak...
           Kimilieri vardır otobüse bindikleri noktada mıhlanırlar ve asla kımıldamazlar. İtersiniz, ayaklarına basarsınız, homurdanırsınız olmaz. Onlar yeminlidirler orda öyle durmaya. Eğer kımıldayabilme şansım varsa bu insanların yüzlerine bakarım uzun uzun... Öylece durmaları, bu konudaki ısrarları hatta bazen söylenmeleri hayatta da öylece kalan, durduğu yerde duran, alışkanlıklarını zamanla hayat biçimleri haline getiren insanlar olduklarını düşündürür bana. Örneğin bu insanlardan birisi bir memur diyelim. Asla bulunduğu odayı, kalemi ya da görevli olduğu konumu değiştirmek için girişimde bulunmazlar hatta ve hatta böyle bir durumun gerçekleşmesi korkusuyla sürekli tedirgin olurlar, bu uğurda tehlike gördükleri -ki bunlar genelde yeni olanlardır- kişilere sorun çıkarıp, göz dağı verirler. İş yeri bu şekilde geçiştirilebilir ama gelgelelim bu kişilerin bir de özel hayatları vardır. Birini beğenirler, karşı taraf istemese neye yarar ? Bizim sabitçi ısrar ve sebatla aşar sorunu. Daha sonra belki geçinemez ama olsun bu evlilik yürümek zorunda (!)... En beteri de çocuk yapmalarıdır. O zavallı küçüklerin gidiceği okuldan yapacağı mesleğe kadar hepsi belirlidir... Bir de sürekli etrafa bakıp oturmak için boşalacak koltuk ararlar, gözleri fel fecir okur. Bu uğurda her türlü kavgaya, hak çiğnemeye, insanları ezmek suretiyle kendilerine yol açmaya meyillidirler. İnanın bana böyle insanların iş yaşamında karşınıza çıkmasını hiç istemezsiniz. Durmadan devam eden bir rekabet, hep bir üst mevkiidir hedef. Bunun için üzerine basılmayacak insan, harcanmayacak arkadaş, çevrilmeyecek dolap yoktur.
         Ya arada öyle pasif, ürkek, birileri onlara çarpacak, geçerken dokunacak diye huzursuz olanlar... Onlara bazen kızar (bu kadar sünepe olmak niye diye) bazen de üzülürüm.Düşünsenize böyle birinin egolu bir amiri, hırslı bir arkadaşı olduğunu. Her türlü zulme açık, hep mutsuz, hep korkak insanlardır onlar. İşiğin komiği kibar, kendi halinde olmakla karıştırırlar bu durumu. Çocuklarına sürekli tembih ederler: "Sus sakın konuşma !" Örneğin:
-Baba öğretmen bana vurdu..
-Oğlum öğretmen o, döver de sever de...
-Arkadaşım saçımı çekti !
-Kızım olsun sen sakın kavga  etme ! Sen SUS, sen KORK, GÖZLERİN ÜRKEK KALSIN e mi ?!
           Hayalcileri de unutmamak lazım.. Cam önünde, orta kapının orada kendilerine bir yer bulabilirlerse hep dışarıya bakar, durmadan hayal kurarlar. Gözleri hep dalgındır, hep hülyalı... Çok çabuk anlarsınız onların aslında çok başka yerde olduklarını. Hemen hemen tüm iş girişimleri başarısızlıkla sonuçlandığı için şimdi hiç de mutlu olmadıkları bir yerde maaşlı çalışır bu arkadaşlar. Çünkü daima bedenleri burada, düşünceleri uzakta olduğundan, hayallerine ulaşmak için çıktıkları yolda yürümeye vakit bulamadıklarından o yolun sonunu asla göremezler. Murathan Mungan'ın otuzlu yaşlardaki yalnızlar ordusunun askerleridirler çoğu kez...
           "Peki bu otobüste sen kimsin ?" diyeceksiniz değil mi ? Ben otobüse bindiğim anda bir hareket içerisinde, hep daha ileri, daha arkaya geçmeye çalışan, oraların daha rahat olduğuna inanan biriyim. Hep gezginim yani ben. İki yıl üste üste aynı evde oturamam, hiç oturamadım en azından şimdiye kadar. Bu böyledir, diğer insanlar bölüm değiştirmeyi düşünürken ben sektör değiştiririm. Mesela pazar araştırmadan inşaat sektörüne, olmadı devlet memurluğuna, o da kesmedi öğrenciliğe... İlişkilerimde de affedemediğim durumlar olduğunda kesinlikle bu ilişki yürümek zorunda diye bir iddiada bulunmam.
           Kısaca bu yazdığım gözlemlerin hepsi tecrübeyle sabittir. Hayat bazen insanı kendi küçük oyunlarını yenmeye sevk eder, bazen mutlak yenilgiye ya da bazen benim gibi oyunu hiç bitirmemeye...
                               Bir günleriniz tünelin hep aydınlık tarafında olsun...
                               BİR GÜN GÖRÜŞMEK ÜZERE HOŞÇA KALIN.